Saturday, May 1, 2010

Moment

Kahve, kahve fincanı, fincanı tutan elim, elime bağlı bedenim, bedenimdeki damarlar, sinir uçları, damarlarımdaki kan, kanı pompalayan kalp, gözlerim ve dudaklarım hep birlikte oturmuş onun gelmesini bekliyorduk. Rıhtımın karşısındaydık, o olmasa bile birinin geleceği kesindi. Yine de her yerde onun, sadece onun geleceğini söyleyen işaretler görüyordum. Gördükçe bedenimin parçaları bütünleşiyor, ayrışıyor ve kısa bir sancının ardından yine bir araya geliyordu. "Gelecek" diyordum. "Yavaşca denizden çıkacak, beni görecek, neden orada olduğumu anlamayacak, merak edip yaklaşacak, ellerini saçlarıma, burnunu yüzüme yaklaştıracak, yüzümdeki izleri fark edecek, önceden bildiklerini unutacak, daha da yaklaşmak isteyecek, ben de ona yaklaşacağım, bir süre gidecek başka bir yer olmadığı için sadece birbirimize doğru ilerleyeceğiz, sonra sıkılmaya başlayacak, o izlerin içinde saklı olan kiri fark edecek, huzursuz olacak, gitmeye de kalmaya da karar veremeyecek, yavaşça birbirimizin çirkin köşelerini de fark edecek uzaklaşacağız, geldiği yere geri dönecek, ben de burada kalacağım. Ama fark edene kadar ilerlenecek bir nokta olarak orada durmaya devam edecek." Hava soğuk, saat geçti. Arada sırada uzakta bir gemi kendini gösteriyor sonra yaklaşıp tanımadığım bir yolcuyu bırakıp gidiyordu.
Onu beklerken renkleri her zaman olduğundan daha çok algılardım. Tahta köprünün ayaklarındaki kahverengi mesela, henüz ölmemiş bir ağacın renginde görünürdü. Ya da üzerimden geçen beyaz bir kuş, geçtiği yerleri de beyaza boyayarak geçerdi. Sonradan bunun mutluluk olduğunu söyleyen pek çok kişi oldu. Bilmiyorum, bence mutluluk yaşadığın hayatı daha çok hissedebilmek değil ona daha çok katlanabilmek olmalı.
O gece gelmedi. Ertesi gece de. Beklemeye devam ettim. Benim ona gitmem gerektiğini söyleyen işaretler de gördüğüm oluyordu ama görmezlikten geldim. Hayatında onun sığabileceği boşluklar açan bendim, bu yüzden onun gelmesi gerekirdi. Ayrıca onun nerede olduğunu da bilmiyordum. Elimde bir harita, bir mektup , fotoğraf ya da adres yoktu.
Bir gece yine rıhtımın karşısında otururken renkler solmaya başladı. Rüzgara tutulan bir mum ışığı gibi gördüğüm her renk anlık parlamaların ardından önce nesnesini terk ediyor, sonra da sönüyordu. Korktum ve gözlerimi kapadım. Bu sefer sesleri daha önce işittiğimden daha çok işitmeye başladım. Dahası, seslerde de işaretler vardı. Artan rüzgarla iç içe geçen dalgaların sesleri de birbirine ulanıyor büyük bir deniz sesi doğuruyordu. Oturduğum tahta bank bir ağaçtan yontulurken ağacın çıkardığı sesi işittim. Aç kuşlar yanımda uçarken karınlarındaki boşluğu duydum. Her şey, ama her şey onsuz dünyada çekilen acıyı , boşluğu ve anlamsızlığı bana anlatıyor onun gelmesi gerektiğini söylüyordu. Gözlerim hala kapalıydı. Gücümün git gide tükenmekte olduğunu bu karanlığa uzun süre dayanamayacağımı biliyordum. Ani bir kararla başımı kaldırdım ve gözlerimi açtım.
Açtım ama ne rıhtımı, ne denizi, ne de kuşları göremedim. Beyaz, sessiz ve şekilsiz bir boşluğun içerisindeydim. Yürüdüm ve diğer köşelere baktım. Başka hiç bir renk yoktu. Beyaz bir sessizliğin içinde ilerliyor, ilerledikçe de kendi renklerim ve seslerimden sıyrılıyordum.
Derin bir nefes aldım.
"Geldi" dedim.

No comments:

Post a Comment