Evet tedirginlik ve kararsızlıkla izlediğin, tanımadığın o adam benim. Burada olmaktan senin kadar ben de sıkılıyorum. Senin günlük endişelerine ve arzularına hitap edecek hiç bir şey yaşamıyor, hissetmiyor ve yazmıyorum. Seni de yaşamayıp, hissetmeyip, yazmadığım gibi. Bir arkadaş sohbetinde, ya da ciddi bir karar almanın arifesinde kullandığın hiç bir kelime ile tanımlamıyorum kendimi. Saklayabileceğin bir resmim, çalabileceğin bir kapım, çağırabileceğin bir adım yok. Hiç bir zaman da olmayacak.
Senin karanlık köşelerin ile ilgiliyim sadece, senin bilmediğin yerlerinle; aynaya bakınca hatırladığın bir yalanla, kimseyle paylaşamadığın bir suçla, kaybettiğin bir umutla. Boynuna sarabileceğin bir şal, ellerini saklayacak bir ceket, içinde mektuplar taşıyan bir zarf değilim. Dudağından taşan ruj olabilirim belki. İçmemen gereken o son kadeh. Ağzından çıkmaması gerekirken herkes tarafından işitilen bir sözcük.
Sen insanların arasına karıştıkça, hayatını bir plana sıkıştırdıkca, geçici şeylerin rahatlığıyla kendini avuttukca beni unuttuğunu sanıyorsun. Ama hep oradayım, damarlarının kalbinde buluştuğu noktada ufak bir sancıyı da yanımda taşıyarak deviniyor ve vücuduna yayılıyorum. Sen, vücudunun karanlık yerlerine bakabilecek kadar cesaret sahibi oluncaya kadar da buna devam edeceğim.
İşit artık beni.
Beni çağırma.
No comments:
Post a Comment