En büyük becerim düzenli aralıklarla yenilmek ve yenildikçe aptal erkek mitolojilerine sığınmak. Sakal bırakmak, içmek, susmak, bakmak, bakmamak. Bir uykusuzluğun ortasında sanki bir rüyadan az önce uyanmış ve gördüklerimi unutmak istemiyormuş gibi not almaya başlamak. Daha hızlı, daha hızlı, daha hızlı ve daha çok yazmak ve sonra da hepsini silmek. Sakalımı kesmek, aranıza karışmak, Arthur Miller'i unutmak, uyanmak. Ölüm unutkanlığı denilen şey budur belki.
Dışarıda, ayakları çıplak, çiçeklerin arasında dolaşıyor ve toprağa bakıyor. Birazdan eğilip bir çiçek alacak ve toprakta küçük bir çukur açacak. Bütün bunlar küçücük bir ana sığacak ve o küçük an da toprağı biraz eşeleyecek. Başını kaldırıp bana bakacak, onu izlediğimi görecek, utanacak, susacak ve çukur daha da büyüyecek. Bir kaç hayat kadar sonra, yine yenilecek ve yine bir düş görmek için o çukura düşeceğim. Ben içinde yatırken onu kapatacak, unuttuğum şeyi bana hatırlatacaksınız ve ben ilk kez yenilgime sadık kalıp aranıza dönmeyeceğim.
Ve tüm bunların, bulduğumuz cevapların, sustuğumuz anların, hiç bir, hiç bir önemi olmayacak. Her şey büyük çukurun içine doğru yuvarlanacak ve zaman hepsini yutacak. Neyse ki.
I will never have a house in the valley, with little stone man on the lawn.
No comments:
Post a Comment