Biraz günlük;
01:26, Londra. Sıkıcı bir gündü. Koltukta oturup saatlerce bana hediye edilen şiir kitabını okudum ve hiç bir şey yapmadım. Nehirden daha önce de gördüğüm bir iki yük gemisi ve bir kaç yelkenli geçti. Gecenin bir yarısı Cutty Sark'a gittim ve dönerken Afro-Brit bir taksiciyle seçimler hakkında konuştum. Conservative'den tiksiniyormuş, yıllarca Labour'ı desteklemiş ama artık inancını kaybetmiş. Liberaller de ona güven vermiyormuş. Eroğlu'nu da soracaktım ama sustum.
Eve dönünce oturmaya ve okumaya devam ettim. Bir ara bulaşıkları yıkamaya niyetlendim ama yine, vücudum bir işi tamamlamak için kendini rutine kaptırınca serbest kalan aklımın hızını mukayet olamadım, bir kaç tabaktan sonra pes ettim ve koltuğa geri döndüm.
O da orada, yanımdaydı ama ne olduğunu anlamadı. Evin içinde somurtan huzursuz bir adam gördü sadece. Belki göremedi bile sadece sezdi. "Her şey değişmeden yaşanıp duruyorsa seçim ve eylemlerimizin bir sonucu yok demektir ve bu da geleceksizlik anlamına gelir, yani faşizm" dedim. "Efendim?" diye karşılık verdi. "Hiç" dedim, "yarın güzel bir kahvaltı yapalım". "Olur".
Bence de olur. Başka türlüsü olamaz zaten. Yarın bir trene atlayamam. Uzak bir şehre gidemem. Valizlerimi eski bir otelin eşiğine bırakamam. Bırakıp, eskimiş bir sokakta ellerim ceplerimde gezemem.
No comments:
Post a Comment