Sunday, May 16, 2010

Her Şey Önemsiz

Yazı yazmaya kalkışan birinin kendini, yazdığı her şeyin önemli olduğuna ya da her önemli şeyin yazılması gerektiğine inandırması başına gelebilecek en kötü şey. Hayatın işe yaramayan, çirkin yanlarını iç bakışın süzgecinden geçirdikten sonra bir yere kaydetmek ve sonra onlardan sonsuza kadar kalmayı ve okunmayı hak eden bir şey yarattığını sanmak güzel ve tatlı bir yalan. Güzel ve yalan.
Çünkü, birden çok, pek çok düşüncenin etkisinde kalınca düşünceler arasında belirli bir hiyerarşi olduğunu fark etmenin sancısı insanı iki noktadan ele geçiriyor: Bir; o hiyerarşide alt sıralarda yer aldığını fark ettikçe yaratıcılığın bir yandan törpülenip diğer yandan yeşermesi ve buna bağlı olarak duygusal istikrarın alt üst olması. İki; her düşüncenin kendi, tek anlamsızlığına varmak.
Yeni bir şey söylemek zorundasın çünkü yeni bir insansın. Sadece sensin. Eski hikayeleri okuyarak, onlarla büyülenerek yetiştin ama yaşadığın haz ve/veya sancı o kadar gerçek ki artık kendini bir masal kahramanı sanarak yaşamaya devam etmene imkan yok. Oturacak ve bir mühendis gibi senden önceki çilekeşlerin teoremleri, metodları, yazdıkları ile kim ve nerede olduğunu hesaplayacaksın. Beynin kurulu bir makine gibi, saat sesleri arasında durmadan işleyecek.
Bunu tamamladıktan sonra başını kaldırıp diğer insanlara ve onların hayatlarına bakmalı, sadece bir gözden ibaret de kalabilmelisin tabii. Seni çevreleyen habitat senden daha "önemsiz" değil maalesef (dikkat et heyecanın ölmesin !). Hiç bir şekilde onlardan biri olma ya da sadece uzlaşma şansın bile olmasa da onların gözleri de olabilmelisin (dikkat et ölmesin !). Onların, senin içine girdiğin bu döngüyü bir kez bile ziyaret etmeden kendilerinde değerlendirmeye hak bulmalarını sineye çekmeli, eğer ki onlardan yeteri kadar uzaklaşmayı becerememişsen susup dinlemeyi kabullenmelisin (dikkat et !).
Ve sonra yeteri kadar çile çekmiş, yeteri kadar da çilene sadık kalmışsan, bir çocuk gibi ne yaptığını bilmeden, veya bildiğini unutarak, ama mutlaka büyük bir mutluluk ve inançla bir şeyler yazmaya koyulacak, tutkuyla oynayan bir çocuk gibi oyuncağını kıracak, bozacak sonra tekrar kuracak, yazacak, yazacak, yazacak ve yazdıklarının altına da imzanı atacaksın muhtemelen. O kocaman ama kimsenin görmediği denizde yüzdüğünü, dalgalarla bir bütün olduğunu ve kendine varacak bir kıyı bulduğunu sanacaksın. Bunun sarhoşluğuyla insanlar, sokaklar, hayatlar sana daha önce hiç görünmediği gibi görünecek ve daha da sonra yine uyanacaksın. İşin kötüsü, suçlayacak pek biri de yok artık. Farkında olmasan da, bunu sen seçtin.
Bütün bunlar olurken yeni bir şey söylemenin insanı değiştiren, başka biri yapan o gücü ile tanıştın. Kendine inanmak ve sığınmak için bir yalan yarattın. İnsanların da o yalana inanmasını ve onun gerçeğe dönüşmesini istedin. Bunun olmayışına tanıklık ettin. Kendine üzülmek ve pes etmek için izin vermedin, bunun neden olamayacağını açıklamak için nedenler aradın, buldun. Ve artık kendini teselli ediyorsun; "en azından yaşanmaya değer bir şey yaşadım. Bana ait bir şey."
Ama değil, çünkü bunun aynısını senden önce Tolstoy, Dostoyevski, Gogol ve Woolf da yaşamıştı. Umutsuzluğa mı kapıldın? Senden önce Schopenhauer, Nietzsche, Kierkegaard da kapılmıştı. Tüm bunların önemsizliğini ve anlamsızlığını fark ettikten sonra, sadece yaşadığın anın gerçekliğine döndün ve hala yazmaya devam mı ediyorsun? Senden önce Larkin, Bukowski ve Fante de aynısını yapmıştı.
Yine de yaptığın işten vazgeçemezsin ve vazgeçmeyeceksin. Çünkü, yeni birisin sen. Ne olursa olsun, bir tek sensin.
Karıştırdığım bir dergide yaşlı başlı, çok önemli ve çok budala bir yazar yeni yazar adaylarına öğütler veriyordu. "Bir gün birisi benden de yazmak için öğüt isterse ne derim" diye düşündüm. Ona "önemli şeyleri unutarak yaz" derdim heralde. "Her şey bisikletinin pedallarını ilk kez ve tutkuyla çeviren o çocuğun mutluluğuna bir kez daha varmak için, başka bir neden, yok."

(P.S: Oldukça büyük bir bardağı ağzına kadar kahve doldurduktan sonra şu siteye bakın: http://www.hayaletgemi.com/. Mümkünse cep telefonunuz da kapalı olsun.)

No comments:

Post a Comment