Thursday, January 13, 2011

Gerçeğe Yalnız Yürünür

Ufak bir ateş yakıp o ateşte şekil verdiğim camda kendime bir kum saati yaptım. Uzaktaki sahile kum çalmaya gidemeyecek kadar yorgundum. Kara toprağı ise inatçıdır, kolay kolay ufalanmaz. Kum yerine bir kaç eski fotoğraf yakıp külünü saatin içine ufaladım. O kadar çok ufaladım ki önce fotoğraftaki yüzler, sonra da renkler tuz buz oldu. Geçen zaman gri bir toz bulutu kadar uçucu hale gelince saatin kapağını kapattım. Alaşağı ettim ve ölçtüm; akan zamandan geriye kalanların ters-yüz oluşu aşağı yukarı bir hayat kadar sürdü, -işimi görmeye yeter. Bir heybede taşımak, ya da çıkarıp masanın üstüne koymak da olmazdı. Kimse göremesin diye onu ifade edilmeyen sözlerin ve ancak duyabilecek biri yokken fısıldanan düşüncelerin arasına sakladım ve insanların arasına karıştım.
Sessizlikle gerçekten tanışan insan, kalabalıkların gürültüsüne tahammül etme yetisini yitirir. Gereksiz sözcüklerin çevrelediği o uçucu boşluğun tadını almıştır çünkü. Kulakları çirkin ağızlardan çıkan kaba sözcüklerin altında can çekişen sessizliğin çığlığını duyacak kadar keskinleşmiştir. O çığlık kimi zaman kalabalık bir şehir meydanında anlamsız hayatlarla çevrili olduğunu hissettiğinde bulur insanı, kimi zaman hayatının ve düşüncelerinin önemli olduğunu zanneden bir zavallıyı dinlerken, kimi zaman da bitmekte olan bir aşkın son çağrısını işitmeye çalışırken. Yeteri kadar güçlü olan insan sessizliği çevreleyen o sesleri ayıkladıktan sonra huzuru bulur ve hayatına devam eder. Sadece yüzünde bir ifadeye rastlamak mümkün değildir, çünkü insanlarla birlikte onu çağıran dünyayı da işitmez hale gelmiştir artık. Düştüğü boşlukta, bakışları kimseye yönelmeden, gözleri hiç bir şey anlatmadan süzülür gider.
Kum saatini bu gücü istemediğim için, kalbimi ve kulaklarımı acı çekme pahasına beni çevreleyen seslere kapatmamayı denemek için yaptım. Bir doktor ya da bir dolandırıcı olma olasılığı yüzde elli olan bir ayyaşın sattığı bir ağrı kesiciyi içer gibi ona umut bağladım. Ya öleceğim dedim kendime, bu son deneme kalan son takatimi de tüketip beni öldürecek, ya da iyileşemezsem bile ağrılarım dinecek. Ta ki, başka merhem bulana kadar. Saati aldım ve onlara ne kadar dayanabileceğimi ölçmek için insanların arasına karıştım. Yanımda taşıdığım yükü fark etmiş gibi görünmüyorlardı. Birkaçı uykusuz göründüğümü söyledi, diğerleri de yorgun. Gülümsedim ve aralarına oturdum. Onlar görmeden, anlatmaya değer bulduklarının sarhoşluğuyla başları dönerken kum saatini ters yüz ettim ve beklemeye başladım.
Sesleri ufukta beliren devasa bir çekirge sürüsü gibi ilerliyordu. Kullandıkları sözcükler yavaş yavaş tırmanıyordu üzerimizde. Yeni sözler gelmeden önce gölgeleri geliyordu. Saati dolduran kül hızla akıyordu.
Kemiklerimin ağrıdığını hissettim. Ayaklarım beni hızlıca koşup başka bir ülkeye gitmem için çağırmaya başladı. Kadınların mutfak seti ile değil sevişerek mutlu olduğu, yeni bir koltuk takımı değil yeni bir ada düşlenen, sıcağın bu kadar da bunaltıcı olmadığı bir ülkeye.

"Erdemin ardından git" dedi nesneler.

"Gidemem" dedim "ayıp olur".

"Git erdemin ardından!"

"Gidemem, gidersem onları sevmiyorum sanırlar."

"Sansınlar, git sen yine de!" dedi kolumu yasladığım masa, elimdeki kahve fincanı.

"Kötü değil onlar, sadece ölçütlerimiz farklı, ben hayatın değerini geçen zamanda arıyorum, onlar başkalarının beğenisinde." dedim.

"Peki o başkaları nerede arıyor" diye sordu sigaranın dumanı, "ya da aramayıp onlara işaret edilen yerde olduğunu mu varsayıyorlar, hiç aramadıkları için hep oldukları yerde mi kalıyorlar, dünyaları oldukları yer kadar mı kalıyor böylece, oraya sığmayı mı öğreniyorlar, oraya sığamayanlardan nefret mi ediyorlar? Peki sen kendini o tabut kadar boşluğa sığdırabilsen bile o aşık olduğun sessizliği de sığdırabilecek misin?"

"Kibir bu!"

"Öyle, ama senin kibirli olduğun gerçeği, onların kendi ayaklarına vurduğu prangaları kırmıyor. Zaten, gerçeğe yalnız yürünür."

Saati yana yatırdım. Zaman iki yana da akıyordu. Orada, onların arasında kalsam ne geçmişim akabileceği bir geleceğe ne de geleceğim onu besleyecek bir geçmiş sahip olacaktı. Biraz daha denemek istedim, kadınların ağızlarından çıkanlar yerine, kalp atışlarını duymayı denedim. Olmadı. Tüm sessizlikler, birbirinin aynısı hayatlarla gölgeleniyordu.
İçine doğru yürümeye karar verdiğim sessiz gecelerde suçluluk duygumu işitmeyip kibrimi hatırlamamak için kendime, unutmak istedikleri ya da hiç bilmemeyi seçtikleri şeyleri hatırlatıp nefret edecekleri yeni bir şeyler vermemek için onlara son bir iyilik yaptım ve gittim. Giderken de sadece sustum, hiç bir şey itiraf etmedim.

No comments:

Post a Comment