Yeni bir hikayeye başlayacaksam, ya da başladığımı hayal ediyorsam, her şeyi bir sis yığınının ardında görüyorum. Yoğun, katışıksız bir şeyler sisin ardında yaşanıyor ve benim işim de sisi dağıtmak. Ama çok fazla da dağıtmamalıyım, izleyenler / okuyanlar her şeyin orada, sisin ardında gerçekleştiğini unutmamalı. Çıplak gerçek değil bu. Benim beynimden sızan bir şey. Bir yerlerde kapanamayan bir açık olmalı.
Bir kez kendim de gördükten sonra bu sis yığınını, içine doğru yürümeliyim. Ayağım takılabilir, düşebilirim, sisten çıkan bir kurşun beni yaralayabilir, ya da öldürebilir. Hatta kaybolabilirim bile. Ama yine de yürümeliyim işte. Burada duramadığım kesin, yürümek bir zorunluluk benim için, koşulların olgunlaşması ile akacak bir süreç değil. Yürürüm ve belki de varolma şansına varırım, ya da yürümem ve ölürüm. Bu da bir yanıyla sisin içinde olmayı andırıyor ama aynı şey değil.
Çünkü;
Kendini olduğundan daha güçlü zannederek yazamazsın.
Yazdığını olduğundan daha önemli sanarak yazamazsın.
Yaşamadığını -zihninde, ya da günlerinde- yazamazsın.
Yazılamayanı yazamazsın.
Ama yaşanacak olanı yazabilirsin, çünkü gelecek bugünde başlar.
Hayal ettiğini yazabilirsin, çünkü hayal kurmak yaşamanın başka bir formudur, aksi değil.
Neticede hep aynaları yazarsın, seni olduğundan daha büyük, daha küçük, daha güzel ve çirkin, daha sen gösteren aynaları.
Işığın altında kırılır, değişir, dönüşür gölgeler.
No comments:
Post a Comment