Wednesday, June 9, 2010

Nihil Est In Intellectu

Lüzumlu Ön Not: Bu yazıyı yazmadan önce, yazdıktan sonra ondan tiksineceğimi, beğenmeyeceğimi ve sinirimi bozacağını biliyordum. Yazmayı deneyip yarım bıraktım, ama hala biliyorum. Bir şeyin altına imza atıp onu insanların görmesine izin vermek genelde yazılan şeyin arkasında durulduğuna işaret eder ama ben bu yazının arkasında durmadığım gibi size ne hoşça vakit, ne anlamlı bir düşünce ne de edebi bir haz vaat etmiyorum. Güzel bir şeyler okumak istiyorsanız gidin Virginia Woolf, Samuel Beckett ya da Tove Jansson okuyun. Ben öyle yapıyorum. Kıskanana kadar.
_________________________________________________________

"Biraz daha burada oturup bu resme bakmaya devam edersek, sonunda resimdekilere benzemeye başlayacağız." Biraz daha burada oturursak vücutlarımız pastel renklere bürünecek? Biraz daha burada oturursak biribirine bakan iki kişiden ibaret kalacağız? Biraz daha burada oturursak birer insandan çok birer figür gibi yaşamaya başlayacağız ya da sadece çok uzun süredir burada oturuyor ve bu resme bakıyoruz? Hangisini demek istiyordu? Soğuk ve sessiz bir müze salonunda bu kadar belirsizliği kaldıramadığımdan olsa gerek döndüm ve imdat dileyen gözlerle ona baktım. O da bana baktı. Karşıdaki resme bakar gibi birbirimize baktık ve ben dediği gibi bir resme dönüşmekte olduğumuzdan korkmaya başlıyorken nihayet bakmaktan vaz geçip konuştu; "Neden bana sormuyorsun?"
- Neyi?
- Ne demek istediğimi.
- Sen ne demek istediğini biliyor musun?
- Ukala! Sen ne sormak istediğini biliyor musun peki?

Hayır bilmiyordum. O da benim bilmediğimi biliyordu. Zaten buraya gelmemizin de başka bir nedeni yoktu. Bir kaç aylık bir sessizlikten sonra beni yine ziyaret edip, bıraktığından daha kötü bir şekilde bulunca önce derin bir sessizlikle evin içinde dolaşmış, sonra bir hınçla pencereleri açmış ardından da küçük bir çöplüğü andıran o yeri yeniden bir eve benzetmişti. Benim fikrim alınmamıştı tabii ki. Ona göre ben, çok fazla fikri olduğu için fikirleri önemini kaybeden birisi idim artık. Şimdi de beni yeniden bir insana benzetmek için didiniyor, beni zorla saklandığım yerden çıkarıp yeniden müzelere, oyunlara, sinemalara götürüyordu. İşkence ettiğinin de farkında değildi. "Sen de bunun bir tedavi olduğunun farkında değilsin." Ve her şeyden de sinir bozucusu, aklımdan geçenleri okuyabildiği de oluyordu.

- Senin bilmen mümkün değil zaten. Hayatın hayattan ibaret olduğunun o kadar farkında değilsin ki, kendi kendine düşünürken bile bir öyküyü okur gibisin.
- Hayır, hayatın hayattan ibaret olduğunu o kadar iliklerime dek hissediyorum ki onun başka bir şey olmasına ihtiyaç duyuyorum ve öykü de güzel bir alternatif.
- O kadar güzelse neden her öyküden sonra içindeki tiksinti depreşiyor ve yeni öykülere ihtiyaç duyuyorsun?
- O duygu bir itki. Eğer yazdıklarımı seversem başka bir şey yazamam. Başka bir şey yazmazsam başka bir şey yaşayamam ve olduğum yerde durdukca çürümeye başlarım.

Söylediklerine verecek bir cevabım var, iyi. Ama kendi söylediklerime? Ona değil sadece kendime söylediklerime? Onun bile duyamadıklarına? Konuşurken net ve anlaşılır olduğumu söylüyorlar, ama düşünürken sadece bir uğultu halinde düşünüyorum. Düşünürken kelimeleri kullanmıyorum ve onlardan cümleler yapamıyorum. Kim neden benim aforizmalarıma, işaret fişeklerime ihtiyaç duysun ki? Ben neden duyuyorum? Son dediklerimden kaçını duydu acaba?

-Ufak bir kısmını duydum.

Ufak bir kısmı olsa da duydu. Ben netleştikçe duyuyor, ben uğuldadıkça uzaklaşıyor. Hayır bir anlatı değil bu, öyle olması için bir şeyi anlatıyor olmam lazım. Yaptığım şey de yazarlık değil, kendi kendime deviniyorum. Ya başkalarının yazılarındaki işaretlerle kendi haritami okuyunca varmak istediğim yere eninde sonunda varacağımı düşünmem bir hata ise? Ya varılacak bir yer yoksa? Bu resimler, bu sessizlik ve bu soğuk, hepsi buysa?

- Bana sadece bir müzede oturup bir resme bakıyor olmayı bu kadar karmaşık yapanın ne olduğunu anlatır mısın?
- Deneyebilirim.
- Bekliyorum..
- ...
- ...
- Şu resim, 250 yıl önce yapılmış. Yanındaki karta göre, güney Fransa'da. Yapıldıktan sonra zengin bir tüccar tarafından alınmış ve ardından 150 sene kadar başkalarının evlerini de gezmiş. 100 senedir de burada, bu duvarda asılı.
- Evet?
- Bu resmi yapan ressam, artık hayatta değil. Fakat bu resmi yapmadan önce bir hayatı vardı. O hayatı bir tüccar olmak için de kullanabilirdi ama yapmadı. Ona bu resmi yaptıran duygular ve düşünceler 250 yıl boyunca yaşananların arasından süzüldü, süzüldü ve bugün burada hala yaşıyor. Resmin nesnesine sahip olanlar ise öldü ve isimlerini bile bilmiyoruz. Ben de hayata dahil olamadığım için kendi duygularımın o hayatın arasından süzülmesini ve benim yerime yaşamasını istiyorum. Bunun olamadığını her hissettiğimde ise nefesim sıkışıyor, kendimi insanlar, sokaklar ve evlerin arasında hapsolmuş hissediyorum. Bir yere kaçmak istiyor ama kaçmaya çalıştığım yeri de sevemiyor ve olduğum yerde kapana sıkışıyorum.
- Cevap verdiğine emin misin?
- Cevap vereceğim demedim, deneyebilirim dedim..

Belki düşündüklerimi bir mantık şemasına oturtup sonra da başkasının düşündükleri ile desteklersem huzurlu olmayı öğrenebilirim. Ya da aynı cümle içerisinde Derrida, Spinoza ve Wittgenstein'ın adını ansam hangi bağlama dahil olduğumu anlayabilirler. Bütün bu kakafoniden bir felsefe kırıntısı doğururum. Ama bunların hiç birini de istemiyorum ki? Ne istiyorum ben?

- Temiz bir dayak.

Güzel bir yatak, yatağın yanında içinde gecetütenler olan bir vazo. Yatağın karşısındaki pencerede görünen ve doğmakta olan bir güneş. Sabah rüzgarı ve sessizlik. Hayır! Hayır, mutluluktan vaz geçtim. Mutluluk yanıltıcıdır, aptallaştırıcıdır. İnsanı kendi yerinin kutsallığına ve o yerde olmayan herkesin lanetine inandıracak kadar aptallaştırıcıdır mutluluk. Güçsüzler, beyinsizler içindir. Mutlu insanlar içindir. Taksitle araba alınca rahatlayan, pahalı bir evde oturunca değerli bir hayat yaşadığını sananlar içindir. Hayatında bir kere Celine okumamış olanlar içindir. Benim için değil.

- Seni böyle kendinle kavga ederken görünce içimden sana yardım etmek geliyor.
- Bana acımaya mı başladın yani?
- Hayır, hala daha anlamsız bir kavganın içinde olduğunu düşünüyorum, ama galiba artık ben de o kavgaya dahil olmak istiyorum.
-...
- Biraz daha pervasız olsan. Sadece yazsan gerisini düşünmeden.
- Düşünmesem yazmam zaten.
_________________________________________________________

Daha çok yazmayacağım midem bulanıyor. Bugün ısrarcı olmanın günü değil, hem de hiç.
Belki de gerisi yoktur diye.

No comments:

Post a Comment