Sunday, June 20, 2010

Ill-usions


Ben huzur içinde uyanıp sabah sessizliğinde ufak bir yürüyüş yaptıktan sonra eve dönüp müzik dinlemeyi planlıyordum ama, vücudum bana beklediğimden çok farklı bir şey verdi. Önce sabahın dördünde midemden gelen bir sarsıntıyla uyandım, sonra nefes almak güçleşti, yanaklarımdan süzülen ter mi göz yaşı mı ayırt edemedim. Üç gündür yorgan döşek yatıyorum. Abartılacak bir şey yok, öğrendiğime göre saçma bir virüs vücuduma yuvalanmış. Ateşimi bir saat içerisinde 38 dereceden 40 çıkartıp sonra aniden 35 indiriyor. Dinlenmekten ve kimyasallar yutmaktan başka yapacak bir şeyim yok. Ama, belki de farkında olmadan uzun süredir böyle bir şey beklediğim içindir, bu hastalığı her açıdan benzersiz bir deneyim olarak yaşadım, yaşıyorum.
Öncelikle üç gündür kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım tek bir kelime bile not almadım. Not almayı bir kenara bırakın önemsediğim bir maile cevap da yazamadım, aldığım smsleri karşılıksız bıraktım, telefonlara çıkamadım. Bu kez cidden kendi kendimeydim.
Fiziksel acı parmaklarını üzerinizde gezdirmeye başlayınca öyle varoluşsal problemlerle kafayı bulmaya pek vaktiniz kalmıyor. Ama buna rağmen varoluşunuzu daha da çok hissediyorsunuz. Paramparça, göğüs kafesinde toplanan sıkışma hissi ile midede oluşan yanma hissi arasında gidip gelen acıya konsantre olmaktan parçalanmış bir algı ve çevresinde olup bitenleri zorlukla hisseden bir bedeni taşımak zorunda kalmanın bir sabah başka bir ülkede uyanmaktan hiç bir farkı yok. Çirkin, tekinsiz ve sıkıcı bir ülke ama başka bir ülke yine de.
Peki bu başka ülkede hırpalanmış bedenimi özgürce sancıdan yapılma ormanların içerisinde dolaştırınca ne buldum? Şu an oldukça uzak ve tuhaf görünen, bir hafta önce ise bana bir şeylerin değişmekte olduğunu iliklerimde hissettiren bazı soruların cevaplarını.

Neden bir süredir yazmak bir sancı idi?
Çünkü kendi hayatım dışındaki hayatlara tahammül edebilme eşiğimi artırınca, edebiyat defterin kapağını açıp kapattığım süre arasında yaptığım bir şey oldu ve bu haliyle bir değeri yok.

Çünkü, yazarken esas yapmakta olduğumun kendime yeni bir bellek, gerçek, hayat tasarlamak olduğunu unutmuştum.

Çünkü yazdıklarım benim derindeki dinamiklerimle o kadar özdeşleşmişti ki hiç bir şey yeni tınlamıyordu.

Galiba yattığım yerde terler saçarak, yüksek ateşten titreyerek, öksürerek bir şeyleri vücudumdan ve aklımdan attım. Ateşim düşsün, huzurla uyandığımda yürünecek bir yol göreyim, valizimi bir kere daha toplamak da, yine yolda olmak da, yeni bir ses bulmak da zor değil. İnan değil. Hiç değil.

No comments:

Post a Comment