Monday, November 5, 2012
Utanma
Tuesday, October 30, 2012
Az
Pek az sözcük duygusunu tek başına tam anlamıyla taşıyabilecek kadar güçlü ve diğer sözlerden bağımsızdır. Tıpkı pek az insan gibi.
Pek az insan hiç bir yere ulanmadan sadece duruşuyla bir ifadeyi ve anlamı taşıyabilecek kadar tek başınadır. Tıpkı pek az sözcük gibi.
Yine de, çoğu insanın yolu en az bir kez bir sözcükle kesişir; ölümlülük gibi.
Ve diğer insanlar ile diğer sözcükler bu buluşmaya gözleri kapalı, durdukları yerde kuruyarak eskir, eskir, eskirler.
Bir gün büyük bir sessizlik gelip, her şeyi temizleyecekmiş gibi.
.
.
.
(Gelmez.)
Friday, September 21, 2012
Bir Akşamüstü Helezon
- Gelmeden içtim ben.
Thursday, April 5, 2012
Şiir Rüyadan Damladı
Şiirden aklımda kalan tek dize, ilk dizesi; "her baba bir itiraftır." Beyaz büyük bir tuvalin üstüne siyah pastel (guaj da olabilir emin değilim) boyayla, Şavkar Altınel'in el yazısıyla yazılı, meşe ağacından yapılma bir çerçevenin içinde duruyordu şiir. Londra'da British Museum ile Tate Modern karışımı devasa bir binanın giriş kapısının üstünde asılı duran şiire uzun uzun baktım / bakmışım.
Üç dörtlük olduğunu hatırlıyorum. İlk ikisi biçim olarak her şiir okurunun bildiği türden, klasik dörtlükler. Alt alta sıralı cümlelerden oluşan kısa anlatılar. Üçüncü dörtlük ise Şavkar Altınel'ın şiiri ile hiç bir arada düşünülemeyecek olan belki avantgarde, belki dadaist ama bana hiç birini değil, metafizik bir duyguyu veren semboller; bir cümlenin kelimeleri gibi yan yana sıralanan bir baykuş, bir göz, bir mum ve şimdi ne olduğunu anımsayamadığım başka çizimler.
Şiirin sadece biçim olarak değil içerik olarak da Altınel'in şiriinden farklı olduğunu da hatırlıyorum; onun şiirlerinde kendini çok az ele veren mahremiyetin alabildiğine kullanıldığını, Altınel'in sesinde normalde ancak belli belirsiz rastlanan tutku, heyecan, öfke gibi güçlü duyguların bir baş dönmesi gibi kelimelerin arasında dönüp durduğunu. O devasa binanın giriş kapısının dışında, bir akşam üstü şiire bakarken "demek ki o da bir şeylerin arayışında, demek ki o da aramaktan vaz geçmemiş" diye düşündüm / düşünmüşüm.
Şiire, resme ya da şiir-resme her ne ise, sahip olma arzusu uyandığımda bile beni etkisi altına alacak bir güçle kemiklerimi titretti, nefesimi kesti. Fiyatının müzenin geri kalanına eş olduğunu bir şekilde bildiğim resmi çalmak için sıradan bir turist kılığında binaya girdim. Bir süre, meraklı gözlerle başka resimlerin, heykellerin çevresinde dönen ziyaretçilerin arasında dolaştım durdum. Sonra da içten içe amacımın farkında olduklarını ve beni desteklediklerini bildiğim bütün güvenlik görevlileri ile sessizce bakışıp, onu çalmak için resmin içeriden asılı olduğu odanın merdivenlerini ağır ağır çıktım / çıkmışım.
Odaya girip girmediğimi göremeden uyandım, çalabildiğim de sadece aklımda kalan o ilk dize oldu: "Her baba bir itiraftır."
Bütün bunlar ben uyurken rüyamda olmuş ya da oldu. Ben çok sevdiğim Altınel'in aksine gerçeğin bütünüyle burada, bu anda olduğundan emin değilim. Öyle ki onun şiirlerini bile, beni bir anın, bu anın, şimdinin tutsaklığından kurtarıp daha geniş bir zamanın içinde dolaşma şansı verdikleri için seviyorum. Ama kesinlikle doğru olduğunu bildiğim bir şey varsa, o da Altınel'i bir şekilde okumuş olmanın, o şiirden beslenmenin bana karanlık kelimelerin arasına sıkışmış bir baykuşun kanatları kadar huzur, güç ve yaşama arzusu verdiğidir.
Dilerim o şiirler, şiirleri ona da, bana verdiği yaşama arzusunu verir, düşlerinde bile yalnız bırakmaz. Olur da bırakırsa, Dünya'nın bir köşesinde henüz hiç tanışmamış olduğu bir dostu olduğunu da bilir.
En azından rüyanın hatrına.
Monday, March 26, 2012
Üç Kapı Bir Kilit
I
Kelimeleri ve korkularıyla bir kule kurdular kendilerine. Oradaydın, gördün bunu. İskeleti çürük, duvarları cılız, temeli yok. Yine de hıncahınç bir yarış, bir kargaşa kuleye girmek ve yükselmek için. Uğultuya dönüştü konuşmaları sonra da yakarışa. İzledin bir süre, korku ve merakla, ama aklın yatmadı bu işe. Dolaşmak, çoğalmak varken evrenin yollarında, neden saklamak ister insan kendini ölümcül bir kuleye? Ve hangi tepe noktası daha geniş olabilir, Dünya'nın yüzeyinden? Sen bunları sorarken kötülüğün gösterdiği bir parmak gibi göğe doğru yükseldikce yükseldi kule. Sen ona baktın, o da sana, yoruldun kudretinden. Sonra çektin kurtardın bakışlarını, kulenin ve şehrin uzağına yürümek için. Şimdi izliyorsun dışarıda olduğun yerden, onun kendi içine doğru çöküşünü, toprağın geri çağırdığı zehirli bir bitki gibi. Dikenlerini batırmaktan inatla vaz geçmeyen.
II
Kapıyı kilitledin içeriden. Işıkları söndürdün, yazı masasında bir kaç mum ve görebilmeyi umduğun ışığın hüzmesi yeter sana. Perdeler, uyuyan bir kadının gözleri gibi kapalı (gün ışığı da istemiyorsun, çünkü sana günleri hatırlatıyor). Kendine yeni bir rahim mi arıyorsun, seni içinde taşıması için? O halde ölümü çağıran bu suskunluğun ne? Toprağa dayadın kulağını evrenin sesini işitmek için, bir sırrı işitmeyi bekler gibi. Evren sana konuşmadı. Şimdi yavaş yavaş öğreniyorsun, sessizliğin taşıdıklarını da duymayı ve onun dilini konuşmayı.
III
Varlığının bir ucu uzanıyor var olmamaya -burada. Oraya doğru ilerlemek istiyorsun yoldaki cılız ışıkları takip ederek, ay ışığını pusulan kabul ederek. Halbuki yanlış yok diye bir şey yok, her yol ölüme çıkar, her kapı bilir açılmayı da, kapanmayı bildiği gibi. İnsanın Dünya'ya sunduğu ne varsa, saklıyor senden bu bilgiyi. Burada azalıp, başka bir yerde çoğalıyorsun. Ve dağınık yataklarda arıyorsun kaybettiklerini, kirli yazılarda bir de, ve suskunluğunun dehlizlerinde.
Bulacak mısın ?