I
Kelimeleri ve korkularıyla bir kule kurdular kendilerine. Oradaydın, gördün bunu. İskeleti çürük, duvarları cılız, temeli yok. Yine de hıncahınç bir yarış, bir kargaşa kuleye girmek ve yükselmek için. Uğultuya dönüştü konuşmaları sonra da yakarışa. İzledin bir süre, korku ve merakla, ama aklın yatmadı bu işe. Dolaşmak, çoğalmak varken evrenin yollarında, neden saklamak ister insan kendini ölümcül bir kuleye? Ve hangi tepe noktası daha geniş olabilir, Dünya'nın yüzeyinden? Sen bunları sorarken kötülüğün gösterdiği bir parmak gibi göğe doğru yükseldikce yükseldi kule. Sen ona baktın, o da sana, yoruldun kudretinden. Sonra çektin kurtardın bakışlarını, kulenin ve şehrin uzağına yürümek için. Şimdi izliyorsun dışarıda olduğun yerden, onun kendi içine doğru çöküşünü, toprağın geri çağırdığı zehirli bir bitki gibi. Dikenlerini batırmaktan inatla vaz geçmeyen.
II
Kapıyı kilitledin içeriden. Işıkları söndürdün, yazı masasında bir kaç mum ve görebilmeyi umduğun ışığın hüzmesi yeter sana. Perdeler, uyuyan bir kadının gözleri gibi kapalı (gün ışığı da istemiyorsun, çünkü sana günleri hatırlatıyor). Kendine yeni bir rahim mi arıyorsun, seni içinde taşıması için? O halde ölümü çağıran bu suskunluğun ne? Toprağa dayadın kulağını evrenin sesini işitmek için, bir sırrı işitmeyi bekler gibi. Evren sana konuşmadı. Şimdi yavaş yavaş öğreniyorsun, sessizliğin taşıdıklarını da duymayı ve onun dilini konuşmayı.
III
Varlığının bir ucu uzanıyor var olmamaya -burada. Oraya doğru ilerlemek istiyorsun yoldaki cılız ışıkları takip ederek, ay ışığını pusulan kabul ederek. Halbuki yanlış yok diye bir şey yok, her yol ölüme çıkar, her kapı bilir açılmayı da, kapanmayı bildiği gibi. İnsanın Dünya'ya sunduğu ne varsa, saklıyor senden bu bilgiyi. Burada azalıp, başka bir yerde çoğalıyorsun. Ve dağınık yataklarda arıyorsun kaybettiklerini, kirli yazılarda bir de, ve suskunluğunun dehlizlerinde.
Bulacak mısın ?
No comments:
Post a Comment