"Bir başkası olmak istedim hep,
bir başkası.
Tanımadığım biri
bir yabancı.
Ben dar geldikçe kanatlı ruhuma."
Yıldırım Türker
"Korkma, her şeyi ben yapacağım" dedi, ben sırt üstü uzanmış üzerimde yükselen bedenini izlerken. "Ne yapacak ki, başka ne yapabilir, daha ne var ki?" diye düşünmeye fırsat bile bulamadan, bedeni bedenime daha da kenetlendi. Halbuki eteğini bile çıkartmamıştı. Ne olup bittiğini göremiyordum. Sadece tanımadığım bir sıcaklığın kasıklarımdan nefesime yükseldiğini hissediyordum. Bütün bunları nereden öğrendiğini düşünemeyecek kadar baygın, ama hoşuma gittiğini fark edecek kadar da kendimdeydim. Gitti ve geldi sonra, aylarca gitti ve geldi ve her gidişinde bir daha geri gelmeyeceğinden korkmayı da öğrendim. Bir de onun aksine başka bir bedenin varlığına karışmayı öğrenmek için ne kadar küçük olduğumu, henüz sadece on iki yaşında olduğumu unutmayı.
Yaşadığım sokakta evler beyaz duvarları ve kahverengi panjurları ile birbirine benzesin diye yapılmış gibi dururdu. Yaşadığım şehirde sadece tek bir iklim yaşanırdı. Yaşadığım ülkede insanlar benzer hayatlar yaşar ve başka hayatlardan korkardı. Ben büyürken beni bu konuda uyaran kimse çıkmadı. Sadece bir gün, bir önceki güne uyandığımı korkuyla fark ettim. Bir daha da eskisi gibi uyuyamadım. Uykusuzluğa alışmak için kendime gece arkadaşları edindim; Rimbaud okudum, Brel dinledim, içki içtim. Rüya göremiyordum, onun yerine hayal kurdum. Benim kurduğum hayallerin benzerlerine sahip olanlar varmış, birbirimizi bulduk. Onları sevdim. Sonra başka yollara yürüdük, -her sevgi hayal kırıklıklarının altından sağ çıkacak kadar güçlü değil.
Bir şeyler öğrenmeyi denedim, neden bilmeden. Öğrendiklerimi hayallerim ile ulamaya çalıştım. Okuduğum her kitapta sevdiğim her karakterin birazdan kapıyı çalacağına inandım ve bekledim; gelen olmadı. Yine de okumaya devam ettim, yine neden bilmeden. Tüm bu çabaları bir araya getirecek, düşünceyle, hayal kurmanın ve sabretmenin gücüyle, başka hayalperestlere omuz vererek başka iklimler yaşamayı mümkün kılacak bir şeyler yapmak mümkün mü diye öldüresiye merak ettiğim için siyasetle ilgilendim. Mümkün değilmiş. Yenildim. Her şey gibi, yenilmekte de aceleci davrandım, ağır ağır devrilen bir ağaç gibi, ağır ağır yenilmeyi bekleyemedim. Hızla koptum köklerimden.
Çevremdeki insanların sandığı kadar yalnız olmadım hiç bir zaman. Herkesin sessizce uyuduğu gecelerde ben uzun uzun sevgili arkadaşım Jean- Jacques Rousseau ile sohbet ettim, itiraflarını dinledim. Kendi acılarıma üzülecek, kendime acıyacak vaktim yoktu, çünkü dostum Raskolnikov'un kederine ortak olmakla meşguldüm. Sessizlik çok korkutucu olduğunda tanıdığım pek çok güzel kadın Rita Hayworth, Jane Birkin ve Marianne Faithfull gelip en güzel şarkılarını söyledi bana. Tanıdığım pek çok diğer kadın da onları kıskandı.
Bir kaç yalan söyledim, kendimi ve akıl sağlığımı korumak için. Önemsemiyor gibi, sanki orada değilmiş gibi yapmayı öğrendim. Acımıyor gibi yaptım, öldü sanıp bıraksınlar diye. Bıraktılar.
Sonunda bir gün, kaçmayı akıl ettim ve kaçtım. Artık pencereden bakınca Thames nehrini, sokakta da tanımadığım yüzleri görüyorum. Ve hala, bir zamanlar, o eteği kaldırmayı akıl edemediğim için kendime çok kızıyorum. Kendime, çok, kızıyorum.
No comments:
Post a Comment