"Yazarın korkusu" demişti Frederick Von Faber, "gerçeğe sahip olmadığını fark etme korkusudur." Orta halli bir on dokuzuncu yüz yıl gazetesinin siyah beyaz sayfalarında yayınlanan bu önemli söz aç ve umutsuz bir avuç aydın ile bir kaç üniversite öğrencisinden başka kimseye hayret ya da korku vermemişti.
Frederick Von Faber diye biri hiç olmadı. Gerçeklik üzerine önermelerde de hiç bulunmadı ve bu olmayan adamın söylemediği sözler de hiçbir gazetede yer almayıp, hiçbir kimse tarafından okunmadı. Bu sözü sabahın içine doğru akan uykusuzluğumun son demlerinde ben söyledim. Gözlerimin kapanmasına bir iki salise kala boş ve soğuk odada kendi kendime mırıldandım ve ardından onunla buluşma umuduyla uyudum. Yaşamaya devam etmek için kendine nedenler uyduran insanlar gibi bazen ben de cevaplar aramaya devam etmek için sorular soran insanlar uyduruyorum. Onlara düşlerimden yapılma elbiseler giydirip isimler veriyor, sonra da düşüncemin arka odalarında ölüme terk ediyorum.
Faber bir gece sohbetinde bana "gerçeğe sahip olma arzusu nereden kaynaklanıyor o zaman?" diye sorsaydı onu "gerçeğin elimizden alınmış olduğu savına tabii ki" diye cevaplardım.
Ona, eline ilk kez kalem alan bir adamın ne yaptığının farkında olmadan huzursuzluğa nasıl kapılarını açtığını anlatır, yazdıkça içimizden dışarı çıkan kelimelerin geride ne kadar büyük bir boşluk bıraktığını gösterirdim. Yazmaktan vaz geçmeyi öğütleyecek kadar çocuklaşmaması için uyarır, bu bağımlılığın ancak onunla birlikte yaşamayı öğrenerek kontrol altında tutulabileceğini itiraf ederdim.
Belki de tüm bunları ona bir mektupla anlatmak en doğrusu olurdu;
"Sevgili Faber,
Düşünen insan kontrol altında tutulabilen bir varlık değil. Kendi kusurlarının ya da eksiklerinin izlerini hayatın içinde sürmesinin çok eski bir tarihi var. Bu tarihin içinde icat ettiği metotlardan biri de kelimeleri bir araya getirip onlardan metinler oluşturarak bir noktadan bir diğer noktaya doğru hareket halinde olduğu yanılsaması yaratmak. İşin püf noktası, bunun bir yanılsama olduğunu unutmak. Gidilmekte olan noktanın gerçekliğin kendisi olduğuna ve vardığın zaman da gerçeği elde ettiğine dolayısıyla da onu paylaşmaya ve altına imza atmaya hakkın olduğuna kendini inandırmak. Bunu yapanların bir kısmında sonradan kimi hastalıkların görüldüğü doğru. Örneğin kendini "yazar" yaptıkları işi de "yazmak" olarak adlandıran bu grubun kimi üyelerinin yazdıktan sonra başladıkları noktaya dönmekte güçlük çektiği, hatta bir kısmının hiç dönemediği biliniyor. Bir diğer grubun ise varmayı arzuladığı noktayı (kimi kayıtlarda "gerçek" diye geçer) idealize edip onu tüm hayatın karşısına koyarak gözünde büyütmesinden dolayı, ona varsa bile bunu fark etmediği ve aramaya devam ettiği gözlemlenmiş. Eski pers yazıtlarında bahsi geçen satır aralarında çığlık sesleri duyulan şanssız insanlara ait eskizlerin bu gruplardan bahsettiğini savunan bir görüş son zamanlarda çok moda. Bilmiyorum, bana her şey modern zamanların insana oynadığı bir oyun gibi geliyor. Senin de çok iyi bildiğin gibi oyunlar çocuklar içindir ve büyüyememek, toplumsal hayata dahil olmayı engelleyen bir hastalık belirtisidir. Çok ateşim var Faber."
Düşünen insan kontrol altında tutulabilen bir varlık değil. Kendi kusurlarının ya da eksiklerinin izlerini hayatın içinde sürmesinin çok eski bir tarihi var. Bu tarihin içinde icat ettiği metotlardan biri de kelimeleri bir araya getirip onlardan metinler oluşturarak bir noktadan bir diğer noktaya doğru hareket halinde olduğu yanılsaması yaratmak. İşin püf noktası, bunun bir yanılsama olduğunu unutmak. Gidilmekte olan noktanın gerçekliğin kendisi olduğuna ve vardığın zaman da gerçeği elde ettiğine dolayısıyla da onu paylaşmaya ve altına imza atmaya hakkın olduğuna kendini inandırmak. Bunu yapanların bir kısmında sonradan kimi hastalıkların görüldüğü doğru. Örneğin kendini "yazar" yaptıkları işi de "yazmak" olarak adlandıran bu grubun kimi üyelerinin yazdıktan sonra başladıkları noktaya dönmekte güçlük çektiği, hatta bir kısmının hiç dönemediği biliniyor. Bir diğer grubun ise varmayı arzuladığı noktayı (kimi kayıtlarda "gerçek" diye geçer) idealize edip onu tüm hayatın karşısına koyarak gözünde büyütmesinden dolayı, ona varsa bile bunu fark etmediği ve aramaya devam ettiği gözlemlenmiş. Eski pers yazıtlarında bahsi geçen satır aralarında çığlık sesleri duyulan şanssız insanlara ait eskizlerin bu gruplardan bahsettiğini savunan bir görüş son zamanlarda çok moda. Bilmiyorum, bana her şey modern zamanların insana oynadığı bir oyun gibi geliyor. Senin de çok iyi bildiğin gibi oyunlar çocuklar içindir ve büyüyememek, toplumsal hayata dahil olmayı engelleyen bir hastalık belirtisidir. Çok ateşim var Faber."
Frederick Von Faber belki de tüm bunları bir gece karşımda siyah ceketinin içinde oturur, gözleriyle viskisindeki buzu eritirken duyardı. Ben belki de onun duyduğuna kendimi iyice inandırır, onun yokluğunu bana hatırlatmaya çalışanlara hayretle bakmaktan fazlasını yapamazdım. Ama muhakkak ki o gittikten sonra bir başka gerçek gelir onun boş bıraktığı koltuğa oturur, bana bir bardak viski daha ikram eder ve başka sorular sorardı. Eğer ben de en az onun kadar sahte ve bir başka yazarın hayalinden ibaret değilsem.
Anlat bana Faber..
ReplyDelete