Friday, March 12, 2010

Kıyı ve Deniz



I

Ölü denizci sandalından indi. Eski bir halatla sandalı tahta iskelenin çürük ayaklarına bağladı. Suyun ve kıyının içinden geçip ahşap kulübesine girdi, kapıyı kilitledi. Sakalından damlayan tuzlu suyu silmeden yatağına yığıldı. Kulübenin tek penceresi sıkıca kapalıydı.

II

Sönmekte olan ateşi karıştırmaya devam edip dışardaki sessizliğe kulak kabarttı. Gece kükreyen rüzgar susmuş, rüzgarla birlikte sesi de havada dağılıp gitmişti. Dışarı çıktı. Fırtınanın getirip sahile bıraktığı ağaç dallarına, hayvan ölülelerine baktı. Sandal ileride, iskelenin ayaklarında, bağladığı yerde duruyordu. Tereddüt etmeden denize yürüdü, sandalın ipini çözdü, küreklere asıldı.

III

Yeşil. Yeşil ve siyah. Eskiden, hayattayken büyük sulara açıldığı günlerde denizin başka renklerini de görür, tanırdı. Artık başka bir rengi aramıyor, bulmuyordu. Çok sıkıldığında ağına takılan balıkların sırtındaki pullara bakar orada iç içe geçmiş renklerin içinde o uzak denizlerin rengini görmeyi denerdi. Artık, balıklar da gelmiyordu.

IV

Sandalının küreklerini kırıp şömineye attı ve yanmalarını izledi. Kendi kollarını da kırmayı, hareketsiz kalmayı düşündü ama bunu yapacak gücü kendinde bulamadı. Oturduğu yerden pencerenin pervazına tüneyen martıyı gördü. Cama attığı tahta parçasıyla onu kaçırdı. Hava kararıyordu.

V

Havanın ağarmasını beklemeden sahile geldi. Soyundu. Sandalına bakmadı. Denize girdi. Yürüdü. Sular ayaklarından başlayıp göğsüne kadar yükseldi. Dengesini kaybedince kulaç atmaya başladı. Siyah. Yeşil. Ve Beyaz. Yüzerek ilerledi. Nefessiz kalınca durdu, geriye döndü. Uzaktaki kıyıda güçlükle sezilen ve yanmakta olan kulübesine baktı. Ateş iskeleye kadar ulaşmıştı. Yeniden önüne döndü, yüzmeye devam etti. Gecenin karanlığı dağılmaya başlayana kadar yüzdü. Yeteri kadar yüzdüğünü hissedince durdu. Bu kez geriye dönmedi. Durmaya devam etti. Siyah su başının üstünde yükseliyordu.

VI

Martı tahta kulübeden kalan kömür parçasının üstüne tünedi. Kırık bir pencerede kendi yüzüne baktı. Sahile uçtu. Siyah dalgalardan korktuğu için denize yanaşmadı. Suyun getirip sahile attığı ölü bir balığın sırtında renkleri gördü. Daha uzak bir denize gitmek için kanatlandı, uçtu.

Tuesday, March 9, 2010

Sahip Olmadığım Şeyler

1) Herhangi bir ekonomik sınıfa aidiyet.
2) Herhangi bir siyasi gruba aidiyet.
3) Sağlıklı bir bünyenin sahip olması gereken uyku düzeni.
4) Sağlıklı bir bünye.
5) Çevremde gördüğüm rekabet halindeki insanları anlamamı sağlayacak kadar hırs.
6) Chrysler Pt Cruiser Black.
7) Sözlük kullanmadan Rimbaud okumaya yetecek kadar Fransızca.
8) Şarap mahzeni.
9) Roni Margulies'in yayımlanan son şiir kitabı Apollo Yılları.
10) Timothy Bayliss ile birlikte çekilmiş bir fotoğraf.
11) Timothy Bayliss'in mezarı başında çekilmiş bir fotoğraf.
12) Hırpalanmadan muhafaza edilebilen ilk gençlik düşleri.
13)"Kötü biri olduğunu artık biliyorum" dediğimde duyacak kadar yakın eski bir dost.
14) Biten bir geçmiş.
15) Başlamış bir gelecek.
16) İki paket Gitanes.
17) Sararacak kadar eskimesine aldırış etmeden saklanmış bir mektup.
18) Bir+Bir Dergisi'nin ilk sayısı.
19) Bir şarkı.

Sunday, March 7, 2010

Sesleri Silmek


Her biri farklı yerlerden gelen benzer görünümlü yüzlerce insan, yüzlerce insanın ağzından çıkan kimi sisli kimi kaba yüzlerce ses, yüzlerce sesin içinde kimisi işitilen kimisi ölü doğan binlerce kelime. Dün gece Covent Garden'dan Piccadilly'e doğru yürürken içinden geçtiğim kalabalık ve uğultu bir şekilde üzerime sindikten sonra eve, ceplerimde, saç diplerimde, yüzümdeki çizgilerde saklı duran binlerce kelimeyle döndüm. O kelimeler eskiden beri yanımda taşıdığım başka kelimelere ulandı. Oturdum ve sessizliğe de yer açmak için artık bana eskisi kadar anlamlı gelmeyen kelimelerin listesini çıkardım.

1) Gelecek: Yaşamış olduklarımın anlamını yaşamakta olduğum günün içinde tükettim. Yaşayacak olduğum günler yani gelecek de anlamını bugünümden çalacak. Ve gelecek, ona vardığım zaman artık "gelecek" olarak kalmayacak. Oturacak ve dakikaların, saatlerin, günlerin hayatın büyük akışı içinde eriyişini izleyeceğim. Tüm bunlar yaşanırken benim, anlamı ve güzelliği mutlak zamanlarım günlerin içinden geçmekte olan hiç bir güne ulanamayacak kadar uzak ve ıssız kalacak. Demek ki gelecek sadece hakkında uzlaşıya vardığımız bir yalan ve gerçeği ararken ayrıksı kalan insanın gündeminden düşmekten başka şansı yok.

2) Devrim: Bir hınçla içinde aniden yüzlerce çiçek açan insanlar düşledim. Yolunu şaşıran bir rüzgarla saçları havalanan kalabalıklar, aniden önümüzde beliren gidilecek yollar düşledim. Yeni düşler kuracak yeni insanlar, o yeni insanların yarattığı yeni hayatlar düşledim. Ama artık biliyorum ki hayat tüm sözcüklerin ve hayallerin ötesinde bir uyumla ve sadece kendine doğru evrilir ve insanın bu dönüşüme tek ortaklığı sessizce onunla birlikte dönüşmek olabilir.

3) Paylaşmak: İçimde yüzlerce farklı hayat var, biri senin olabilir istersen. Bu şarkıyla dans etmeyi sen de sever misin? Bir adım da senin için atabilirim istersen. Nefes almak çok mu zor?Aldığım nefesi soluyabilirsin istersen. Şarkı mı sustu, adımlarım mı yetmiyor? Susabiliriz istersen. Teker teker ölüyor içimdeki hayatlar, gidebilirsin istersen. Sadece ben kaldım bak, sana veremeyecek kadar da az üstelik, belki anlarsın denersen.

4) Masumiyet: O çiçeği sevmesem de büyüyeceğini artık biliyorum. Hem, ona dokunmadan da alabilirim kokusunu. Ama istersem dikenlerini de okşayabilirim ellerimi kanata kanata o da sulanmış olur açtığı yaralarla.

5) Dönmek: Artık kendime bile o kadar uzağım ki, kimseye dönebilmek için bir yönüm yok.

Sonra başka kelimeler. Sessizce ölüme terk edilen kelimeler, gece sessizliğinde hatırlanan kelimeler, başka hayatlarda unutulan kelimeler. Benim için anlamını yitirmeyen bir sözcük, tek bir sözcük de var. Sadece, eskidi ve güzelliği ihtiyarladı. Onu da yıpratmamak için ancak susarak telaffuz edebiliyorum. Ya da başka kelimelerin arasına saklanmasına izin veriyorum sessizce.

Monday, March 1, 2010

Frederick Von Faber ve Viskisi



"Yazarın korkusu" demişti Frederick Von Faber, "gerçeğe sahip olmadığını fark etme korkusudur." Orta halli bir on dokuzuncu yüz yıl gazetesinin siyah beyaz sayfalarında yayınlanan bu önemli söz aç ve umutsuz bir avuç aydın ile bir kaç üniversite öğrencisinden başka kimseye hayret ya da korku vermemişti.
Frederick Von Faber diye biri hiç olmadı. Gerçeklik üzerine önermelerde de hiç bulunmadı ve bu olmayan adamın söylemediği sözler de hiçbir gazetede yer almayıp, hiçbir kimse tarafından okunmadı. Bu sözü sabahın içine doğru akan uykusuzluğumun son demlerinde ben söyledim. Gözlerimin kapanmasına bir iki salise kala boş ve soğuk odada kendi kendime mırıldandım ve ardından onunla buluşma umuduyla uyudum. Yaşamaya devam etmek için kendine nedenler uyduran insanlar gibi bazen ben de cevaplar aramaya devam etmek için sorular soran insanlar uyduruyorum. Onlara düşlerimden yapılma elbiseler giydirip isimler veriyor, sonra da düşüncemin arka odalarında ölüme terk ediyorum.
Faber bir gece sohbetinde bana "gerçeğe sahip olma arzusu nereden kaynaklanıyor o zaman?" diye sorsaydı onu "gerçeğin elimizden alınmış olduğu savına tabii ki" diye cevaplardım.
Ona, eline ilk kez kalem alan bir adamın ne yaptığının farkında olmadan huzursuzluğa nasıl kapılarını açtığını anlatır, yazdıkça içimizden dışarı çıkan kelimelerin geride ne kadar büyük bir boşluk bıraktığını gösterirdim. Yazmaktan vaz geçmeyi öğütleyecek kadar çocuklaşmaması için uyarır, bu bağımlılığın ancak onunla birlikte yaşamayı öğrenerek kontrol altında tutulabileceğini itiraf ederdim.
Belki de tüm bunları ona bir mektupla anlatmak en doğrusu olurdu;

"Sevgili Faber,

Düşünen insan kontrol altında tutulabilen bir varlık değil. Kendi kusurlarının ya da eksiklerinin izlerini hayatın içinde sürmesinin çok eski bir tarihi var. Bu tarihin içinde icat ettiği metotlardan biri de kelimeleri bir araya getirip onlardan metinler oluşturarak bir noktadan bir diğer noktaya doğru hareket halinde olduğu yanılsaması yaratmak. İşin püf noktası, bunun bir yanılsama olduğunu unutmak. Gidilmekte olan noktanın gerçekliğin kendisi olduğuna ve vardığın zaman da gerçeği elde ettiğine dolayısıyla da onu paylaşmaya ve altına imza atmaya hakkın olduğuna kendini inandırmak. Bunu yapanların bir kısmında sonradan kimi hastalıkların görüldüğü doğru. Örneğin kendini "yazar" yaptıkları işi de "yazmak" olarak adlandıran bu grubun kimi üyelerinin yazdıktan sonra başladıkları noktaya dönmekte güçlük çektiği, hatta bir kısmının hiç dönemediği biliniyor. Bir diğer grubun ise varmayı arzuladığı noktayı (kimi kayıtlarda "gerçek" diye geçer) idealize edip onu tüm hayatın karşısına koyarak gözünde büyütmesinden dolayı, ona varsa bile bunu fark etmediği ve aramaya devam ettiği gözlemlenmiş. Eski pers yazıtlarında bahsi geçen satır aralarında çığlık sesleri duyulan şanssız insanlara ait eskizlerin bu gruplardan bahsettiğini savunan bir görüş son zamanlarda çok moda. Bilmiyorum, bana her şey modern zamanların insana oynadığı bir oyun gibi geliyor. Senin de çok iyi bildiğin gibi oyunlar çocuklar içindir ve büyüyememek, toplumsal hayata dahil olmayı engelleyen bir hastalık belirtisidir. Çok ateşim var Faber."

Frederick Von Faber belki de tüm bunları bir gece karşımda siyah ceketinin içinde oturur, gözleriyle viskisindeki buzu eritirken duyardı. Ben belki de onun duyduğuna kendimi iyice inandırır, onun yokluğunu bana hatırlatmaya çalışanlara hayretle bakmaktan fazlasını yapamazdım. Ama muhakkak ki o gittikten sonra bir başka gerçek gelir onun boş bıraktığı koltuğa oturur, bana bir bardak viski daha ikram eder ve başka sorular sorardı. Eğer ben de en az onun kadar sahte ve bir başka yazarın hayalinden ibaret değilsem.