Thursday, April 5, 2012

Şiir Rüyadan Damladı

Sevdiğim şairler, sevdiğim suskunluklar gibi. Dokunmadığım, gözlerimle görmediğim, ama orada olduğunu bildiğim, hayatı içine alıp saklayan uçucu renkler. Ben okuru olduğum şairlerle tanışmayı, dost olmayı hiç düşlemedim. Onların sadece bana ait bir yerde, düşüncemde yaşamasından hep mutluluk duydum. Ama dün gece, yüksek ateşle ter dökerek yatağımda kıvranırken, rüyamda bir şairin, bir şiirini çalmaya kalkıştım. Onu ait olduğu yerden koparıp içinde olduğum ana çekmeye çabalarken de uyandım.

Şiirden aklımda kalan tek dize, ilk dizesi; "her baba bir itiraftır." Beyaz büyük bir tuvalin üstüne siyah pastel (guaj da olabilir emin değilim) boyayla, Şavkar Altınel'in el yazısıyla yazılı, meşe ağacından yapılma bir çerçevenin içinde duruyordu şiir. Londra'da British Museum ile Tate Modern karışımı devasa bir binanın giriş kapısının üstünde asılı duran şiire uzun uzun baktım / bakmışım.

Üç dörtlük olduğunu hatırlıyorum. İlk ikisi biçim olarak her şiir okurunun bildiği türden, klasik dörtlükler. Alt alta sıralı cümlelerden oluşan kısa anlatılar. Üçüncü dörtlük ise Şavkar Altınel'ın şiiri ile hiç bir arada düşünülemeyecek olan belki avantgarde, belki dadaist ama bana hiç birini değil, metafizik bir duyguyu veren semboller; bir cümlenin kelimeleri gibi yan yana sıralanan bir baykuş, bir göz, bir mum ve şimdi ne olduğunu anımsayamadığım başka çizimler.

Şiirin sadece biçim olarak değil içerik olarak da Altınel'in şiriinden farklı olduğunu da hatırlıyorum; onun şiirlerinde kendini çok az ele veren mahremiyetin alabildiğine kullanıldığını, Altınel'in sesinde normalde ancak belli belirsiz rastlanan tutku, heyecan, öfke gibi güçlü duyguların bir baş dönmesi gibi kelimelerin arasında dönüp durduğunu. O devasa binanın giriş kapısının dışında, bir akşam üstü şiire bakarken "demek ki o da bir şeylerin arayışında, demek ki o da aramaktan vaz geçmemiş" diye düşündüm / düşünmüşüm.

Şiire, resme ya da şiir-resme her ne ise, sahip olma arzusu uyandığımda bile beni etkisi altına alacak bir güçle kemiklerimi titretti, nefesimi kesti. Fiyatının müzenin geri kalanına eş olduğunu bir şekilde bildiğim resmi çalmak için sıradan bir turist kılığında binaya girdim. Bir süre, meraklı gözlerle başka resimlerin, heykellerin çevresinde dönen ziyaretçilerin arasında dolaştım durdum. Sonra da içten içe amacımın farkında olduklarını ve beni desteklediklerini bildiğim bütün güvenlik görevlileri ile sessizce bakışıp, onu çalmak için resmin içeriden asılı olduğu odanın merdivenlerini ağır ağır çıktım / çıkmışım.

Odaya girip girmediğimi göremeden uyandım, çalabildiğim de sadece aklımda kalan o ilk dize oldu: "Her baba bir itiraftır."

Bütün bunlar ben uyurken rüyamda olmuş ya da oldu. Ben çok sevdiğim Altınel'in aksine gerçeğin bütünüyle burada, bu anda olduğundan emin değilim. Öyle ki onun şiirlerini bile, beni bir anın, bu anın, şimdinin tutsaklığından kurtarıp daha geniş bir zamanın içinde dolaşma şansı verdikleri için seviyorum. Ama kesinlikle doğru olduğunu bildiğim bir şey varsa, o da Altınel'i bir şekilde okumuş olmanın, o şiirden beslenmenin bana karanlık kelimelerin arasına sıkışmış bir baykuşun kanatları kadar huzur, güç ve yaşama arzusu verdiğidir.

Dilerim o şiirler, şiirleri ona da, bana verdiği yaşama arzusunu verir, düşlerinde bile yalnız bırakmaz. Olur da bırakırsa, Dünya'nın bir köşesinde henüz hiç tanışmamış olduğu bir dostu olduğunu da bilir.

En azından rüyanın hatrına.